top of page

İnsanlık, varoluşunun en başından beri ya yaşamayı ya da ölmeyi seçmek zorundaymış gibi yaşıyor. Bu, yüzyıllar içinde şekil değiştirse de özü aynı kalan bir savunma ve saldırı döngüsü. Bazen yemek yiyebilmek için, bazen partnerimizi seçebilmek, bazen de daha çok para kazanmak için – sürekli bir tehdit algısıyla hareket ediyoruz. Modern dünya böyle olmamalıydı. Evrim sadece bedenlerimizi değil, zihnimizi ve sistemlerimizi de geliştirmeliydi.

Günümüzde dahi, kelimenin gerçek ya da mecaz anlamıyla bombalama ve bombalanma durumunu yaşıyoruz. Ülkelerin birbirine füze göndermediği günlerde bile, bireylerin birbirine yönelttiği psikolojik saldırılarla dolu bir dünyada var olmaya çalışıyoruz. Korumak, elde etmek, kazanmak... Hepsi aynı primitif içgüdüden doğuyor.

Ama ya güvenlik sistemler tarafından sağlansaydı? Ya herkes, doğduğu andan itibaren geleceğinin ve varoluşunun güvende olduğunu bilseydi? Belki o zaman bu saldırganlık, bu sürekli alarm hali törpülenirdi. Açgözlü olan daha çok dikkat çeker, niyetini gizleyemez hale gelirdi. “Buradan gol yer miyim?” korkusu daha az tehditkâr olurdu.

Bazı insanlar zaten bu kaygılara hiç kapılmadan yaşıyor. Çünkü her şekilde ayakta kalabileceklerine dair içlerinde bir güven taşıyorlar. Belki de mesele, dış dünyaya karşı değil, iç dünyaya dair bir farkındalıkta saklıdır. Aşırı hırs, dizginlenmesi gereken bir histir. Bu şiddet ve tehdit çağında herkesin üzerine düşeni yapması, tehdit eden ya da edilen olmaktan vazgeçmesi gerekiyor.

Daha adil, daha sakin bir sistem mümkün mü? Kimseyi mağdur etmeden, herkesi insanca bir eşitlik içinde var edebilmek…

Googollar işte bu düşünceden doğdu. Bombaların değil, kanatların konuştuğu; gözlerin tehdit değil şifa olduğu; farklılığın saldırı değil zenginlik sayıldığı bir evrenden geldiler. Onlar, başka bir dünyanın mümkün olduğunu fısıldayan varlıklar.

Sanat projelerimi anlamayıp ciddi konuları alaya aldığımı, dalga geçtiğimi sananlara bir cümlem var artık; "ChatGPT ye sorun". Kültürel zayıflığınızı kapatmanıza yardımı dokunur.

Çağımızın olayı replikasyon; her işimde bahsediyorum mesela, bahsetmekle kalmayıp bu tekniği kullanıyorum da. Hafiflik önemli bir kuram. Itallo Calvino'yu araştırmanızı öneririm. Mütevazı konuşmalar, akademik cümleleler bu alanda başvurduğum bir dil değil. Nitekim duygularımı da kelimelere dökmek bir hakkım diye düşünüyorum. Ağabeyimin ele aldığı konu; umut temelli iletişimi de kökünden destekliyorum. Yanınızdakini tehdit olarak değil de yoldaş olarak görün derim...

Kimse kusura bakmasın ama bu ülkenin topraklarında yaşayan insanların bu içsel tokluğuna, meraksızlığına hiç ama hiç inanmak istemiyorum. O kadar Anadolu toprağı, eski uygarlık, köklü vatan, benim ailem şöyle, biz şuralıyız kalıpları içinde bir alt kültüre sığınmış bir yaşam biçimi içinde görüyorum ki insanları, entelektüelin tanımında varolan merak eden insan görmek mümkün değil. Herkes birbirine kendini ispat etmek derdinde, özellikle de karşındakinin senden daha üstün özellikleri varsa, o özellikleri küçümseyip kendini üste çıkartacak çareler aramayı, kendini geliştirmek olarak görmek moda. İlgi alanlarını yaşam kaliteni arttırmak için değil de karşındakiyle rekabet edebilmek için geliştiren insanlara empati göstermem mümkün değil.

bottom of page