top of page

Güncelleme tarihi: 12 Nis

Başka bir yere girdiğimizde, bize ait olmayan, herhangi bir aidiyet hissetmediğimiz, bütün objelerin başkalarının olduğu, bilmediğimiz seslerle dolu, hangi konumda hissederiz kendimizi? Dışarda gibi mi? Rahatça eleştirebileceğimiz bir yerdeyiz sanki... Kimse de karışmaz ve eleştirdiğimiz için bizi eleştiremez... Bu durumda rahatça yerin dibine batırabiliriz mi? Bütün sinirimizi, öfkemizi, kinimizi, nefretimizi çıkartabiliriz bu yerden, bu yerde olup bitenden... Bu bize ve karşımızdakine ne katar... Paylaştıkça büyür mü o leş enerji? Benim gibiler aldırmamayı ve gittikçe "numb" olmayı seçiyor bunu biliyorum... Hissizleşme böyle böyle oluyor zaten, sevmekten kaçarken değil, etraftaki nefretten kaçarken.

Melbourne'da gittiğim pırıl pırıl bir marinanın, bir Türk Festivali düzenlendiğinde, 2 saat içinde bir çöplüğe dönüştüğüne şahit oldum. Sanırım bu yaşadığım Türk insanını; kendi evine, kendisinin olana ne kadar değer vermediğini, ne kadar hor gördüğünü düşündürdü bana. Emanet edilene ne kadar sahip çıktığına, etrafına ne kadar duyarlı olduğuna. Nitekim bu Festival sonrasında Türklerin yoğun olduğu semtlere gittiğimde de aynı durumla karşılaştım. Devamı sonra...

Türkiye'de bugün, yarın kim seçilirse seçilsin, artık mecliste çoğunluğu alan parti iktidar parti olarak isimlendirilmesin çok rica edeceğim. İktidar diyerek, hiç bir insan grubu diğerinden güçlü konumlandırılmasın. Muhalefet diyerek hiç bir ideoloji kendi başına var olamazmış illa muhalefet yapmak için oradaymış gibi algılanılmasın. Bu algılar, bu kelimeler üzerinden doğuyor. İnsanlar farklı düşündükleri için birbirlerine zıt olmuş olmuyor, her şey siyah ile beyaz değil. Toplum da bunu böyle algılamazsa seçimlerini daha rahat yapacaktır eminim. Fanatikleşmenin önüne geçebilmek için bu terimlerin dikkatli kullanılması gerekli ve bu kadar kalıplaşmış olmasına izin verilmemeli.

bottom of page